Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yabancı-Albert Camus

   Toplumsal kurallar zaman ve sınırlar içinde değişse de her zaman bir yerlerde var oldular ve doğumumuzdan itibaren beynimizden içeri girmeye başladılar. Düşünce ve davranışlarımızı bu yapay kurallar altında temellendirip herkesçe kabul görmesini doğal karşılıyoruz. Sonuç olarak "birey" olarak var olamıyoruz çünkü bizi biz yapan şey kişiliğimiz değil kişiliğimizi yaratan toplum.    Birey olmayı başarmış Mearsault ise bize "Yabancı"dır. Çünkü onun önemsiz gördüğü her şey bizim için çok önemlidir ve onun için önemli olmaması da oldukça saçmadır.   İşlediği cinayetle mahkemeye çıkmasına rağmen dava annesinin ölümü karşısındaki tepkisizliği ve garip davranışları üzerinden ilerliyordu. Annesi öldüğünde ağlamalı, ikram edilen kahveyi reddetmeliydi çünkü yazılı olmayan kurallar bunu diyordu. Halbuki birey olarak doğduğumuz, ancak toplumun bir parçası olarak yaşlandığımız için kişiliğimizle ilgili her şey "toplumsal bir göz"ün çözümlemesiydi; "...Sav

İçimizdeki Şeytan- Sabahattin Ali

Resim
  Okuduğum kitaplar konusunda hafızam oldukça zayıftır. Okumamın üstünden 4-5 geçmesine rağmen hafızamda bazı satırlar bırakan ender yazarlardan biridir Sabahattin Ali. Bazen aynı tadı almaktan sıkılır bırakırım bir yazarı okumayı. Sabahattin Ali'nin her kitabından aldığım tat apayrıydı. En beğendiğim kitabı olmamasına rağmen ara ara daha dikkatlice okudum "İçimizdeki Şeytan"ı da. Nedenini ilk kitabını okurken anlayamadığı İçimizdeki Şeytan 'ı okurken ara ara daha çok anlam verebildiğim bir şekilde bolca eleştirilmiş bir yazar Sabahattin Ali. Zayıf karakterli Ömer'i küçümsemekten yermekten çok, sözde kültürlü ve "aydın geçinenlerin" küçük,loş ve anlamsız dünyasına bir eleştiri getirmiştir. İradesizliğine, acizliğine bir isim takmasına, yaptığı tüm kötülüklerin sorumluluğunu içindeki şeytana yüklemesine izin vermiştir. Ömer karakterinin kusurlarını kendinde hissetmesinden ötürü olmalı ki onun kusurlarını,sorumsuzluklarını çok güzel izah edebilmiş anca

Much is Better

Resim
 İktisat bilimine adım attığınızda ilk öğreneceğiniz şey "Much is better" yani biz bolca tüketmeyi seven canlılarız. Doğamız gereği mi böyleyiz yoksa böyle bir teoriye inandırıldığımız için böyleyiz bilmiyorum ama sonuç olarak "klasik" bir tüketici davranışının daha fazla ürüne sahip olma yönünde bir eğilim gösterdiğini söylüyor iktisat. Oysaki küçüklüğümüzden beri bize "Her şeyin fazlası zarar." derlerdi. Sağlığımızı düşünerek söylerlerdi elbet ama yokluk görmüş bir neslin sözleriydi. Her istediğimize ulaşmaya o kadar çok alıştık ki bir gün elimizden her şeyin alınabilme ihtimalini aklımıza bile getirmeden yaşıyoruz.  (bkz: Çikolata kıtlığına 7 sene kaldı)  20. yüzyılda  popüler kültür bize çok tüketmeyi ve çabuk tüketmeyi öğretti.Yeni olan her şeyde kısa sürede doyum noktasına ulaşmayı, sanatı modayı müziği bile ete kemiğe bürüyüp maddi bir değer biçmeyi öğretti. Bizim zevkimiz olduğu iddia edilen her şeyi gerçekten bizimmiş gibi kısa sürede benimseyip

Genç Werther'in Ağaçları

  Genç Werther çok acı çekiyordu. Sevdiği kadının başkasına ait olmasını verdiği dayanılmaz acıya mahkum etmişti hayat onu. Bir süre bununla yaşamaya çalıştı. Kederli Werther zorla Pollyannacılık oynuyordu. Doğanın ona sunduğu her şeyi aşkı Lotte'yle bağdaştırmıştı bir kere elinden alınması onu herkesten daha çok çileden çıkarmıştı. Mesele 3-5 ağaç sorunu değildi aslında. Ne yazık ki aşkı gibi diğer her şey de elinden alınıyordu. Biraz Lotte'den ötürü biraz da Lotte'nin acısına rağmen sevdiği ağaçlar katledilmişti bir kere.     Genç Werther'in kaleminde şöyle dökülüyordu kelimeler:  "......öğretmen bize dedesinden duyduğu birinin adından defalarca söz etmişti; çok dürüst bir adammış, ne zaman ağaçların altında otursam, hatırasının benim için özel bir anlamı vardı. Şimdi olanları sana anlatayım! Kesilen ağaçları-kesilen diyorum! Dün bahsederken öğretmenimizin gözleri doldu! Düşündükçe, onlara baltayı ilk vuran köpeği öldürmek geliyor içimden. Benim avlumda böyle

Doksan Yaşında Bisiklete Binerek Nasıl Mutlu Olunur?

  Eğer 90 sene boyunca gerçek mutluluğun yakınından bile geçememiş bir ihtiyarsanız bisiklete binmek ya da sizi bisiklete binmeye itecek sebeple gerçekten mutlu olabilirsiniz diyordu Marquez.   Benim Hüzünlü Orospularım 90 yaşına kadar sadecece para karşılığı seks yapmış bir gazetecinin ilk kez bir kıza tutulmasını anlatıyor. Kızın 14 yaşında olması açısından biraz sapkın olarak adlandırılabilecek bu ilişki adamın hayatı boyunca kurduğu en masum ilişki sayılabilir belki de. Kendisine de tuhaf gelmesinden ötürü olacak ki adını öğrenmeden bu kıza Delgadina ismini yakıştırmıştı. Delgadina, İspanyol roman kahramanıdır; öz babası olan kral ona aşık olmuş fakat aşkına karşılık bulamayınca kızını hapsetmiştir. Bugün yaşadıklarından ziyade geçmişteki kimliğini suçluyordu bu hikayeyle.   Ne yazık ki ilişki pek de istediği gibi gitmemiştir. İlk kendini bir kıza adayan ihtiyar hayatı boyunca yaşamadığı aşkı 90 sene sonunda sıradışı bir şekilde yaşamış olmanın verdiği şaşkınlıkla bir takım tu

Bir Öykü

  Yıllardır sebepsiz yere hiç sevemediği bu şehir ona ilk kez gerçekten sevilmemek için bir neden vermişti. Her gelişinde içinde oluşan şehirden kaçma  arzusu bu sefer daha tarifsiz bir hal almıştı. Garda ümitsizce kalkış saatinin gelişini beklerken gözünü saatten ayıramıyordu. Sanki saate bakmadığı bir an tren onu almadan kaçıp gidecekmiş gibi bir korkuyla kafasını etraftaki kalabalığa bile çeviremiyordu.   Nihayet sırt çantasını yerleştirip yerine oturduğunda derin bir nefes aldı. Tam gözlerini kapatmak üzereyken gözü çaprazında oturan kıza ilişti ancak pek fazla önemsemeyip gözlerini tekrar yumdu. Dakikalar sonra trenin hareket sesini duydu ve gözlerini açtı. Demin saate bakarken yaşadığı hisleri şimdi trenin içinde yaşıyordu; yol boyunca gözlerini kapamadan gitmeliydi. Tam aklından bunları geçirdiği sırada gözleri tekrar kıza ilişti ancak bu sefer kıza baktığı an dehşete kapıldı. Kız sanki bir ölüydü ve karşısında duruyordu. Kızın kesik kesik alıp verdiği nefes yaşadığına dair te

Bihter ve Emma

Resim
   Aşk-ı Memnu:Aşkı arayan bir aşkın hikayesi. Popüler dizilerimiz de olmasa öğrenemeyeceğimiz edebiyatımızın güzide eseri. Yıllar önce elime almayı denediğim fazlaca uzun betimlemelerinden sıkılıp bıraktığım kitabın günümüz uyarlaması dizisini her yaz sıkılmadan izledim sanırım -bu yaz da öyle olacak gibi görünüyor-. Halit Ziya'nın dönemin şartları altında Madame Bovary ve Anna Karenina karakterlerinden esinlenip kaleme aldığı Bihter karakteri, Madame Bovary'den sonra bana tek bir şeyi öğretti; kadın olmak evrensel bir kimliktir. Metropolde yaşayan ya da köyünde tarlasında çalışan kadın da aslında aynı isteklerin ve tutkuların ürünü.     Her ne kadar Emma'nın aşırı tutkusu ve hiç bir şeyden memnun olmayan hali zaman zaman okuyucuyu isyan edecek seviyeye getirse de aslında çoğu kadının iç sesidir. Yaşadıkları hayattan kurtuluş olarak gördükleri hayatın da bir zaman sonra istedikleri hayat olmadığını anlayan bu bayanlar aşktan çok yaşadıkları tutkuya bağlanmışlardı belki

Kompiter

Resim
 Benim gibi bilim kurgu sevmeyenlerin bile severek izlediği Turist Ömer Uzay Yolunda filmini herkes hatırlar. 70'li yıllarda bilim kurgu adına çekilen teknolojiyi ve çok daha fazlasını şu anda kullanıyoruz.(Işınlanma dışında,hala bizim için bilim kurgu konusu olması hayli üzücü) Filmin henüz o yıllarda geleceği gördüğü farklı bir nokta vardı o da Türklerin teknolojiyle tanışma şekli. Son yıllarda millet olarak teknolojiye karşı galip gelsek de bankamatiklerde veya bilgisayar karşısında yaşadıklarıyla haberlere konu olan insanlar çok da geride değiller. 10-15 sene önce çekilmiş dizilere ve filmlere bile bakarken yılların birer birer değil de onar yirmişer ilerlediğini düşünüyorum. Turist Ömer vs. Kompiter    Anlattıklarımın hepsi az sonra izleyeceğiniz videolardaki teknolojik gelişmelere hangi noktadan başladığımızın bir resmiydi.Bunca şey sadece 20-30 sene sadece bir bilim kurgu konusuyken şimdi düşünülenin çok ötesinde gelişmelere tanık oluyoruz. İşte bunlardan biri 3D Ka

Yazdım

Resim
 Ne kadar zaman olmuş yazarak kendimi ifade etmeyeli. Bazen üşendiğimden bazen yoğunluğumdan bazense mutsuzluğumdan yazmadım. Biraz nefes alabildiğimi fark ettiğimde yeniden yazma isteği oluştu içimde. Sizi en çok ne yorar? Günlerce uykusuz kalmak mı, aradığın duyguyu bulamamak mı? Beni en çok kendimi mutlu etmeye zorladığım zamanlar yorar. Beni en çok duygularımı kendime ifade edemeyişim yorar. Bir de beni en çok nefret etmek yorar.  Nefret edememekse son zamanlarda kazandığım en büyük meziyet. İlk başta ne kadar huzurlu hissetsem de,acaba insanları nefret edemeyecek kadar umursayamıyor muyum artık diye de düşündüm. Sonra bu düşünceyi de umursamaz hale geldim.Umursamak ya da umursamamak işte bütün olay bu;düşüncelerinde yer verdiğin her olayın daha da büyümesi dedikleri olay. Bir müzik açıp kahveni yudumlamak kadar kolay olsa keşke. Değil ama zamanla yerine oturan bir süreç. İfade ettin ya kendine kendini gerisi gelir. Bazen dersin iyi ki.. Bu şarkıyı yazımı yazarken bulmam

Spam Branding

Resim
Branding,nedir tam karşılığı? Aslında "Branding" uzun bir süreç için hep anlamını yenilemiş bir kelime. Hayvanları,ağaçları ve insanları değişik amaçlarla damgalamak (veya işaretlemek) olarak kullanılmış.Zamanla bugün anladığımız anlamına kavuşmuş ve türkçede "markalaşma" olarak geçen halini almış. Tam anlamıyla brandingi karşıladığından pek emin değilim. Videoyu izlediğinizde bana hak vereceksiniz.     Bu video 2009 yılında yayınlamış,çok eski gibi gelmiyor kulağa. Ancak teknolojinin ve sosyal medyanın kat ettiği yola bakarsak 3.5 senede bunun üzerine eklenebilecek çok oldu. Tek taraflı paylaşımların yerini her geçen gün daha interaktif hale gelen sosyal mecralar aldı. Kimi zaman ürünler ve teknolojiler hakkında daha fazla bilgi edinmemizi sağlasalar da genelde kafa karışıklığımızı daha da arttıyorlar, seçim sürelerimizi uzatıyorlar. Özellikle karar verirken çok zorlanan biriyseniz tek seçeneğin olduğu rekabetsiz yıllarda yaşamak isteyebilirsiniz benim gib

Roma'dan Sevgilerle

Resim
 Tatil demek gezmek,eğlenmek ve dinlenmek demek,bir de okul zamanı yapamadıklarınızı yapmak demek. Ben de yine bir Woody Allen filmini tercih ettim "To Rome with Love". Biraz hayalkırıklığı yaşadım açıkçası. Özellikle "Annie Hall" ve "Midnight in Paris"ten sonra. Onlar kadar heyecanlandıramadı beni. Belki sırf Woody Allen filmi olduğu için belki de Roma'da geçtiği için beğendim. Kendimi İtalya'da geçen bir öykü kitabının içinde hissettim. Roma'nın güzelliği ve tatlı müzikler birleşince keyifli bir başlangıç yaptım filme. Birbirinden farklı olayların bir şekilde birbirine bağlanacağını düşünürken Allen yine ters köşeye yatırdı. Aslında kurgusal olarak dönüp dolaşıp bir yere bağlanan filmlerden çok daha doğaldı. Hergün aynı şehirde aynı sokaklarda birbirine değmeden geçen pek çok hikaye gibiydi.  Bu filmde en çok Penelope Cruz'u sevdim. Çok "tatlı" bir hayat kadınını canlandırıyordu. Penelope Cruz'u seksi bulanlara bu filmde

Yeni Bir Site "Mural.ly"

Resim
 Yeni kurulan pek çok site bende merak uyandırır.Pek çoğu uzun vadede bu heyecanı koruyamasalar da hemen bir hesap açıp göz atarım. Mural.ly de bunlardan biri. Twitter,Facebook gibi hemen herkesin ilgisini çekebilecek bir site değil. Daha çok bir ekip halinde çalışanların ya da tasarımla ilgilenenlerin ilgisini çekecekmiş gibi duruyor. Henüz 30 binden az kullanıcısı olması sebebiyle geleceği hakkında bir kehanette bulunamıyorum ama fikir ve tasarım olarak beğendimi söyleyebilirim.    Gelelim keşfedebildiğim özelliklerine:  -Öncelikle yaratıcağınız "mural"ın içeriğini tüm web oluşturuyor(youtube,pinterest,wikipedia ve daha pek çoğu) -Eklediğiniz dosyaların üstüne "sticky note" ekleyebiliyorsunuz. -Bu özelliği özellikle takım çalışmaları için çok kullanılıştı. "Mural"ın herhangi bir yerine yorum bırakabiliyorsunuz. -Google Drive'daki dosyalarınızı rahatça tasarım alanınıza ekleyebiliyorsunuz. -Bugüne kadar office dosyalarını web sitelerini hep

Mutlu Son

Resim
  Özenilecek aşklar,birliktelikler çok doğal ve olası şeylerdir peki ya özenilecek ayrılıklar. Sertab Erener ve Levent Yüksel gördüğün en güzel ayrılmış insanlar. Bu sağlam ilişkilerinin temelinde birbirlerine duydukları saygı var. İşte tam da bu yüzden yaptıkları işlere duyduğum kadar kendilerine de saygı duyduğum sanatçılar onlar. “İkimizde nasıl bir sınavdan geçtik bilmiyorum ama biz, iki genç insan evliliğimiz boyunca birbirimizin amansız hastalıklarının bekçileri olduk. Tüm derdimiz birbirimizi iyileştirmek oldu. Belkide bu yüzden kadın erkek savaşlarına hiç vaktimiz olmadı. Belkide yine o yüzden o benim artık dostum.” Sertab Erener   Başından sonuna her seferinde atlamadan izlediğim bir video.Güzel şeylerin de var olduğunu hatırlatması adına... Mutlu sonlu hikaye dedikleri bu olsa gerek.   Nasıl okuduğumuz bir kitabın ya da izlediğimiz filmin hep sonunu hatırlıyorsak, yaşadığımız şeylerin de hep sonunu hatırlarız. İşte bu yüzden en az yaşadıklarımız kadar bitirişler