Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

You know how I feel

Resim
Bizi besleyen, büyüten ve düşündüren acılarımızdır. İnsan aşık olduğunda değil aşk acısı çekerken şiir yazar, mutluyken değil mutlu günlerini anarken bir şeyler söyler. Mutluluk aslında insanı tüketen kendi içine çeken ve ortadan yok olup gittiğinde bizi ortada dımdızlak bırakan sahte bir duygudur. Kendisine bağımlı kılan sadist bir duygu. Mutsuzluk ise daha düşüncelidir mutluluğa göre ellerini bırakıp mutluluğa koşmanı bekler, uzun süreli bir ilişki kurmamışsan mutsuzlukla kolay unutursun onu. Mutsuzluk mutluluk dönemi için hazırlar bizi, mutlu olduğunda ona kanmaman gerektiğini eninde sonunda mutsuzluğa geri döneceğini veya en azından çevrende bir yerlerde beklediğini söyler. Duygular ikiye ayrılır; Düşünebilen duygular, kontrolsüz duygular. Mutluluk, şehvet, tutku ve aşk düşünemezler, açıklanamazlar. Oysa mutsuzluk ve acı çok düşünür çok kurar. Bundandır ki daha temeli olan daha gerçekçi duygulardır. Mutluluk aynı zamanda bencildir, mutlu olan anlamayı da anlaşılmayı da beklemez

Nietzsche Neden Ağlıyor?

Yalnızlık, sevgisizlik, umutsuzluk sadece kıyıda köşede kalmış insanlar için midir? Yoksa en özendiğimiz insanların bile içinde bulunduğu bir durum mudur? Irwin D. Yalom'un "Nietzsche Ağladığında" romanı pek çok güzel diyoloğu içinde barındıran güzel bir psikolojik kurgu romanıdır. Peki aslında Nietzsche bize ne söylüyordu? Nietzsche onu terk eden, ona acılar çektiren kadın (Lou Salome) 'nin Viyana'lı bir doktordan (Breuer) yardım istemesiyle haberi olmadan bir tedavi sürecine girmiştir. Doktor Nietzsche'nin fiziksel rahatsızlıklarının temelinde ümitsizlik duygusunun yattığına inanmaktadır. Nietzsche tedavi sürecini tek bir şartla kabul eder o da Breuer'in acılarına son vermek için ona yardımcı olacaktır. Çünkü Breuer de bir zamanlar hastasıyla yaşadığı ilişkinin saplantıya dönüşmesine engel olamamıştır. Romanın bundan sonraki kısımlarında Breuer ve Nietzsche'nin, Breur ve Freud'un psikolojik diyologları yer almaktadır. İlgi çekici tanımlam

O Kızın Öyküsü

O gün özel bir gündü; o gün her zamankinden daha aceleci her zamankinden daha az aceleciydi. Uzun zaman süre sonra görüşecek olmanın verdiği hissizlik onu heyecanlandırmaya başlamıştı. Demek gerçekten o kadar uzun zaman olmuştu görüşmeyeli. Gördüğünde sesi titreyecek miydi, yoksa geldiğine pişman mı olacaktı, onun da kafasında aynı endişeler mi vardı?  Daha önce bir kez buluştukları bir kafede buluşmak için sözleşmişlerdi. Kafenin hiçbir özelliği olmaması  “hiçbir özelliği” olmayan bir buluşmalarına uygundu. 5-10 dakikalık gecikmeden sonra kız kafeye girdi. İkisi de birbirlerini fark etmelerine rağmen kız masaya gelene kadar göz göze gelmekten kaçındılar, çocuk önemli bir işle uğraşıyormuşçasına önündeki tuzlukla ve peçetelikle oynuyordu. Kız masaya yaklaştığında abartısız bir sarılma ve selamlaşma faslı yerini uzun bir sohbete bıraktı. Tüm konuşma olağandı, ufak kahkahalar, günlük rutinler, gelecek planları, anılar derken birkaç saat geldikleri yol süresinden daha hızlı geçmişt

Melez Türkiye

   Doğuyla batının yarattığı, değiştirdiği, etkilediği bir kültür. Beklenenin aksine ne kadar da çirkin. Halbuki ne kadar güzel ve eşsiz olması gerekirdi. Hangisi olacağına karar vermeye çalışan sürekli rüzgarla yön değiştiren seyir halinde bir kültür. Hepimizin genetik yasalarından bildiği gibi esmer gen sarışın gene baskındır; doğu etkisi batı etkisini fazlasıyla yenmiş. Her ne kadar sarışın olmaya özenip saçımızı sarıya boyatsak da diplerimiz siyah!!     Ve genetiğin bir başka kanunu ne kadar hastalıklı gen varsa çocuklara mutlaka geçer. Biz de ne kadar almamamız gen varsa almışız; doğunun gösteriş merakını, maskülen ataerkil yapısını.       Gösterişi o kadar seviyoruz ki arkeoloji müzesinde sünnet düğünü yapıyoruz. Paramız varsa kapatamayacağımız sokak, bina ve cadde yok. Ve paramız varsa bunu mutlaka göstermek zorundayız. Her ne kadar gezmeye, görmeye, okumaya Avrupa'ya gitsek de tek özendiğimiz özgürlük sandığımız bireyselcilikleri. Ne tevazuyu ne de saygıyı örnek alm

Erasmus Sonrası - Once is Not Enough

Resim
     Aylar sonra erasmusun bitmesine saatler kala bir iki satır yazmak istedim.      Anlatacak o kadar anı, o kadar güzel şey birikti ki. Eğlendim, gezdim, öğrendim, güldüm, kızdım, sıkıldım, üşüdüm (hiç terleyemedim), özledim, belki de özlendim. Kısacası çok şey sığdırdım şu 5 aya. 5 ayda 8 farklı ülke gördüm; bazıları hayatımda hiç gitmeyi düşünmeyeceğim ya da gitmeye fırsat bulamayacağım yerlerdi. Bir gün Estonya'da ya da Finlandiya'da bulunacağım aklıma gelmezdi mesela. Hoş İsveç'te beş ay yaşayacağım da gelmezdi. .......      Benden önce ayrılan bir sürü insan oldu. Güle güle derken üzüleceğim hiç aklıma gelmezdi. Çünkü İstanbul'daki arkadaşlarıma hoşça kalın derken bu kadar hüzünlenmemiştim çünkü 5 ay sonra geri döneceğimi biliyordum. Ama buradakilerin pek çoğunu muhtemelen bir daha göremeyeceğim, her ne kadar hepsi İstanbul'a geleceklerini söyleseler de biz ayrı ülkelerin ayrı kültürleri ayrı yaşamların insanları 5 ay boyunca birlikte yaşamıştık ve bir