Kayıtlar

Bildiğimiz Dünyanın Sonu

Modern insanın zaman zaman durup hayatı sorgulamalarına ve anlam arama arayışlarına pandemi yeni bir boyut getirdi. Daha fazla sorgular, daha az karar alır olduk. Yarınımızı bilmediğimiz dünyada radikal kararlar almak kolay değil ne de olsa. Herkes hele bir bitsin sonrasına bakarız diye diye günleri ayları sayar oldu. Hali hazırda işleyen hayatımızı bile nasıl döndüreceğimizi bilmezken kitap kahramanı Doppler bizden daha şanslı olarak bu kararı pandemi öncesi verebilmiş ya da yaşadığı coğrafya onu zamanın akıl dışı şartlarından muaf tutmuş diyebiliriz.  Bu yazımda değineceğim üçlemenin ilk ikisini okudum ( Doppler ve Volvo Kamyonlar ) ancak bu yazıma okumadığım üçüncü kitabın adını verdim. Çünkü Bildiğimiz Dünyanın Sonu 'ndan daha güzel bir tanımlama olamaz şu anki durumu anlatmaya. Beklediğimiz gibi 2-3 ay sabredelim geçer gibi tarihin tozlu sayfalarına süpürülecek bir olay olmadığı bir kaç mevsim kaçırdıktan sonra anladık. Bu bir düzen yıkılsın ve baştan yapılsın durumuymuş. Ama

Kirpinin Zerafeti

Resim
Tekrardan dışarı çıkabildiğimizde hepimizin daha farklı yapmayı planladığı pek çok vardır:  daha fazla zamanı açık havada yürümeyerek geçirmek gibi. Ama aramızda insanlara daha dikkatli bakacağına dair bir karar almış olan var mıdır?  "Social distancing" eylemimiz -ya da eylemsizliğimiz- kelime anlamını pek karşılamıyor. Sosyal değil fiziki bir mesafe koymuş durumdayız. Daha önce insanlara ne kadar yakından bakabiliyorsak hala aynı mesafeden bakıyoruz çevremize. Daha önce kafelerde ne konuşuyorsak online görüşmelerde de aynı şeyi konuşuyoruz. Peki suç bakan gözde mi yoksa kendi kalbini ancak kapı aralığından açan tarafta mı?  Bu k onu çift taraflı görülebilir. Şüphesiz iletişimde olduğumuz kanal ve insan sayısı arttıkça kişisel derinliğimiz doğrusal oranda olmasa da azalıyor bir şekilde. Ama beni kirpinin zerafeti ne sahip Renee'nin kapalı penceresi daha çok ilgilendirdi. Tüm bu özelliklerin yanında Madam Michel'in bir özelliği daha var: Kendini saklamak ve bu ö

Suzan Defter

Yazı başlığı değişik gelmiş olabilir; "Suzan Defter" alışılmışın dışında kurgulanmış günlük tarzında yazılan bir Ayfer Tunç romanı. Ayfer Tunç'la üniversite yıllarında "Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi" ile tanışmıştım. İçinde onlarca farklı karakterin hikayesini barındıran uzun soluklu çok iyi kurgulanmış bir romandı. Bir sonraki romanınaysa Spotify'daki İlk Sayfası adlı podcast serisi sayesinde başladım. İki karakterin aynı anda akan günlükleri deneysel bir biçimde edebileştirilmiş, okuyucuyu birkaç sayfa sonra içine alacak şekilde kurgulanmış bir kitap. (Podcast'i dinlememiş olsaydım biri sol diğeri sağ sayfalarda akan günlüklerin akışını çözmem epey zor olurdu. ) Romanda Ekmel ve Derya'nın kısa süreli olarak kesişen hayatlarını ikisinin günlüklerinden okuyoruz Çoğumuzun hayatında yer almayan günlük türüne farklı bir açıdan şahit oluyoruz. Aynı olayı 2 farklı zihin farklı şekilde günlüklerine işliyor. Başlarda aynı olayı fark

Sevme Sanatı - 1

Uzun bir aradan sonra blogumun başına bir yazının sonuna kadar gelip onu yayınlama umuduyla geçtim. Geçtim çünkü "Sevme Sanatı" adlı kitap, hayatımızın en temelinde olan sevmek üzerine düşünmeme çokça dönüp çevreme ve daha önemlisi kendime bakmama olanak sağladı. Yine de kitabı henüz bitirmediğimi ancak bende yarattığı yazma hevesi karşısında yazmaya başladığımı da belirtmek isterim. Belki de devamı gelir umuduyla yazının adını Sevme Sanatı -1 koydum. (p.s.: Bu yüzden bir kitap değerlendirmesi değildir.) Öncelikle bu kitabın uzun süredir kütüphanemde olmasına rağmen neden okumadığımı hiç bilmiyorum. Benim için sevmenin, sevginin kavramsal olarak ayrı bir yeri var çünkü. Kim için yok ki diyeceksiniz tabi, haklısınız. Ancak ismimin anlamının dahi sevgi ve sevmek olduğunu söylersem belki de bu vesileyle kendimle ilgili bir konuyu aydınlığa kavuşturmuş olacağım :) Kitaba gelecek olursak... Her yaratma eyleminde olduğu gibi sevmek de emek, ilgi ve bilgi gerektirmektedir. Do

24

24 numaralı binaya gelen 14. mektuptu 3 ayda. Bu daireye taşınalı 3 ay olmuştu. Faturalar bile otomatik ödemeye alındığından beri insanların evlerine postacılar uğramaz olmuştu oysaki. Onun bu kadar sık mektup alıyor olmasını eski hayatına borçluydu. Ne aşıkları bitmişti, ne belaları. Bedeni kadar hayalleri de kirlenen bir kadın eski temiz hayatını geri alabilir miydi? 18 yaşında büyük aşkla evlendiği o karizmatik ve zengin adamla mutluluğu uzun sürmemişti. Şu an 32 yaşındaydı.Bu sürede 2 kez düşük yapmış, kocası tarafından 3 kez aldatılmış- tabi bu gazetelere düşen kısmıydı- ve ilk kez birine aşık olmuştu. Kocası kendisinden 15 yaş büyük olmasına rağmen 18 yaşındaki bir genç kızın hayallerini süsleyecek kadar yakışıklıydı. Adamsa 30 yılı aşkın süredir her istediğini elde eden biri olarak, herkesin hayallerini süsleyen bir kadınla evlenmişti. Bu sayede kendini kısa süreli bir mutluluğun içinde bulmuştu. Bugüne kadar kısa maceralarıyla yakın çevresini etkilemenin biraz üstüne çıkm
Bayan P. odasına girmiş ilk hastasını beklerken her zamankinden daha endişeliydi. Seçimlerini kendi yapamadığı bir hayatın içinde sıkışıp kalma hissi onu boğuyordu, pencereleri açtı. 2. kattaki muayenehanesinden bahçedeki köpekleri izledi, yıllardır her sabah beslediği hayvancıkları bu sabah beslemeyi atlamıştı. Hemen çantasından arabanın anahtarını aldı, ceketini askıdan alıp aşağı inecekti ki sekreteri Bayan P. ilk randevunuz geldi diye seslendi. Soluğunu bırakıp, ceketini yerine astı. Kapı tıklandı, girin buyrun dedi. -Evet, Bay T. bugün nasılsınız? -Her zamanki gibi doktor, ilaçlarım olmadan asla yapamazmış gibi hissedip onları alıyorum, ama yine de bir işe yaramıyorlar. -Endişenizi anlıyorum, ancak ilaçlarınızı kullanmaya devam edip sizinle daha önce yaptığımız egzersizleri yapmaya devam etmelisiniz, onları uyguluyorsunuz değil mi? -Pek sayılmaz, endişe duyduğum her şeyi kağıda yazmaya çalıştım. Ama onlara bir isim verip kağıda döktüğümde sanki daha da güçlendiler, onlara sad
Saatlerdir süren yolculuğun ardından yolculuğun en zor kısmı başlamıştı artık, kendine bir yol çizmek. Her gün duyduğu çatışma seslerinden, kız kardeşinin sevdiği çocuğun ailesi ile olan kan davasından çok yorulmuştu. Hiç bir macera ve yoksulluk onu daha fazla yoramazdı. İstanbul'un taşının toprağının altın olmadığını biliyordu. Bozuk Türkçesine rağmen her gün haberleri izler, önce Büyükşehir'de yaşayanların haline sonra, ülkenin diğer ucunda kendilerinden bihaber yaşayan insanların vurdumduymazlığına üzülürdü. Bir kısım insanların doğudaki insanlara yazık diye başlayıp, hükumete ve teröristlere lanet ederek sonlandırdıkları kısa muhabbet aralarından başka değeri olmayan bu insanlara öfkelenemiyordu, çünkü o da burada yaşayan insanları anlayamıyor her gün çektikleri trafik çilesine ortak olamıyordu. Hiç bir zaman kendine itiraf edemese de bir gün yaşadığı bu evi ve köyü terk edeceğinden emindi. Sadece kız kardeşinden helallik alıp bir küçük çantayla ayrılmıştı; tüm mal varlı