Saatlerdir süren yolculuğun ardından yolculuğun en zor kısmı başlamıştı artık, kendine bir yol çizmek. Her gün duyduğu çatışma seslerinden, kız kardeşinin sevdiği çocuğun ailesi ile olan kan davasından çok yorulmuştu. Hiç bir macera ve yoksulluk onu daha fazla yoramazdı. İstanbul'un taşının toprağının altın olmadığını biliyordu. Bozuk Türkçesine rağmen her gün haberleri izler, önce Büyükşehir'de yaşayanların haline sonra, ülkenin diğer ucunda kendilerinden bihaber yaşayan insanların vurdumduymazlığına üzülürdü. Bir kısım insanların doğudaki insanlara yazık diye başlayıp, hükumete ve teröristlere lanet ederek sonlandırdıkları kısa muhabbet aralarından başka değeri olmayan bu insanlara öfkelenemiyordu, çünkü o da burada yaşayan insanları anlayamıyor her gün çektikleri trafik çilesine ortak olamıyordu.

Hiç bir zaman kendine itiraf edemese de bir gün yaşadığı bu evi ve köyü terk edeceğinden emindi. Sadece kız kardeşinden helallik alıp bir küçük çantayla ayrılmıştı; tüm mal varlığı olan sürüsünü yanında götüremezdi ya! 

Amacı ne ailesini yok sayıp kendine yeni bir hayat kurmaktı, ne de büyük hayaller kurup onların peşinde kör bir şekilde koşmaktı. Sevdiği kadını aramaktı. Bu sırada kendini geçindirecek küçük bir iş bulması Türkçe'sini düzeltip dışarıdan liseyi bitirmesi gerekiyordu; en azından kendine böyle hedefler koymuştu. Yalnız yaşadığı sürece günde kaç saatini çalışarak geçirdiğinin önemi yoktu; sevdiği kadının ne halde olduğunu nasıl bir yerde yaşadığını da bilmiyordu. Ara sıra ondan gelen ve son zamanlarda sıklığı giderek azalan bir kaç mesaj dışında hiç konuşamıyorlardı. Muhtemelen köyde yaşadıklarından daha küçük bir evde tıkılı kalmıştı, ne rahat rahat mesaj atabiliyordu ne de mesaj atabilecek parayı babasından alabiliyordu. Yaşının çok genç olmamasından ya da küçüklüğünden beri yaşadıklarından mıdır kendinde deli cesaretini bulup bulup hemen sevdiğinin peşine düşmek istemiyordu. Beş parasız ve de ailesinin kabul etmeyeceğini bile bile karşısına çıkamazdı. 

Günlerce sokakta yattı en sonunda bir iki yıldızlı bir otelde bulaşıkçılığa başladı, oranın bodrum katında kalabiliyordu, böylesi patronun da işine geliyor yol parası vermiyor maaşından para kesiyordu. O kadar çok yoruluyordu ki şimdilik liseyi dışarıdan bitirme işini askıya almış, para biriktirmek için ek iş aramanın peşine düşmüştü.

Pazar günleri işportacılık yapıyordu, kimi zaman çorap kimi zaman atkı ve bere satıyordu. Son zamanlarda sevdiğine ulaşamamak canını sıkıyor ve endişesi günden güne artıyordu. Günlerdir ülkede neler olup bittiğini takip etmiyordu. Şimdi Büyükşehir'de yaşayanları anlıyordu, herkesin kendi dünyası vardı ve dışarıda neler olup bittiğinin pek de önemi yoktu.

Aylar boyunca sadece müşterilerle yaptığı pazarlıklar için gereken kadar konuştu. Yavaş yavaş bu şehri terk etmeyi düşünüyor ama köyüne o kadar kolay dönemeyeceğini biliyordu. Bir süre daha böyle idare etmeye karar verdi; bir gün her zamankinden fazla aldığı çorapları taşırken torbası yırtıldı. Bir kısmını ufak poşete aktarırken diğer kısmını çaresiz tezgahın altına sermek için topladığı günler öncesinin gazetesine sarmak için cebinden çıkardı; tam o anda gözüne bir haber ilişti. İlk anda sadece fotoğrafa odaklandı dakikalarca inceledi, bu o kadın mıydı? Gözlerine şerit çekilmiş; altında A.Ö. yazıyordu. Evet oydu. Haberi okudu elindeki her şeyi okuyup yürümeye başladı. Gözlerinden yaşlar süzülürken o kendisini soğuktan koruyan her şeyi yolun kenarında dilenen çocuğa verdi. Artık köyüne dönmeyeceğini biliyordu, artık bu şehirde de yaşayamayacağını biliyordu.












Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GALAKSİ TAKSİ

Twitter Fenomenleri

Suzan Defter