Suzan Defter

Yazı başlığı değişik gelmiş olabilir; "Suzan Defter" alışılmışın dışında kurgulanmış günlük tarzında yazılan bir Ayfer Tunç romanı. Ayfer Tunç'la üniversite yıllarında "Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi" ile tanışmıştım. İçinde onlarca farklı karakterin hikayesini barındıran uzun soluklu çok iyi kurgulanmış bir romandı. Bir sonraki romanınaysa Spotify'daki İlk Sayfası adlı podcast serisi sayesinde başladım. İki karakterin aynı anda akan günlükleri deneysel bir biçimde edebileştirilmiş, okuyucuyu birkaç sayfa sonra içine alacak şekilde kurgulanmış bir kitap. (Podcast'i dinlememiş olsaydım biri sol diğeri sağ sayfalarda akan günlüklerin akışını çözmem epey zor olurdu.)

Romanda Ekmel ve Derya'nın kısa süreli olarak kesişen hayatlarını ikisinin günlüklerinden okuyoruz Çoğumuzun hayatında yer almayan günlük türüne farklı bir açıdan şahit oluyoruz. Aynı olayı 2 farklı zihin farklı şekilde günlüklerine işliyor. Başlarda aynı olayı farklı aktaran 2 günlükten hangisinin doğruyu yazdığını sorguluyorsunuz, ancak devamında ortada tek bir doğru olmadığını fark ediyorsunuz. Zihnin algılama biçiminin, kişinin geçmişiyle ve bilinciyle oluştuğunu göz ardı etmememiz gerektiğini görebiliyoruz. Bu yüzden insan zihnine yapılan mini bir yolculuk tadını alarak da okuyabilirsiniz romanı.

Gelelim günlüklere; Ekmel ve Derya paylaşma ve anlatma derdi olan apayrı iki insan. İkisi de anlatma arayışındayken tanışıyorlar ve hikayelerini bir yabancıya anlatma özgürlüğü yaşıyorlardı.

Ekmel bey, aşksız bir aileden gelen evin küçük oğlu. Aşksızlığın ailesel bir miras olduğuna inanıyor. Anlatırken kendi bilinç altı çözümlemesini yapıyor yer yer. Başarısız aile yaşantısına dair her noktayı/ayrıntıyı kendi çocukluğunda, annesinde, babasında, dedesinde ve abilerinde buluyor.

"İnsan kendini bile bir başkasını severek sevebilir ancak, benim zavallı kızım." diyor Ekmel. Kendini sevmek istiyor Ekmel; sürekli saman çöpü olarak nitelendirdiği hayatına anlam katmak, kendini sevmek bunun için de birini sevmek istiyor. İnsan sevmeyi okuma yazma öğrendiği gibi öğreniyor. Okumayı önce yüksek sesle okuyarak öğreniyor daha sonra zihnimizden okuyabiliyoruz. Sevmek de böyle bir şey aslında. Kendimizi sevmeyi önce başkasını severek, ona sesimizi duyurarak öğreniyoruz.

Hikayede daha öne çıkan karakter Derya. O, abisinin eski aşkı Suzan olarak karşımıza çıkıyor. Ekmel'e kendini Suzan olarak tanıtıyor, ona anlattığı tüm hikaye Suzan'ın hikayesi aslında. Neden böyle yapıyor diye düşündüm okurken ama cevabını kesin olarak bulamadım. Bazen Derya-Suzan ve abisi olarak yaşanmış 3 kişilik aşkla ilgili suçluluk duyuyor diye düşündüm. Ne de olsa abisini Suzan'la paylaşırken hem zorluk yaşamış hem de Suzan'ın aşkına imrenmişti. Bazense abisinin terk edişinin cevabını Suzan'ın yerine geçerek bulmaya çalıştığını düşündüm. Sorunun tek bir cevabı varsa cevap muhtelemen ikinci olandı. Abisinden nedenini öğrendiğinde arayışı son bulmuş ve Ekmel beyle buluşmalarını sonlandırmaya karar vermişti. Artık Suzan'ın hikayesini anlatmaya gerek duymuyordu.

Derya şöyle diyordu Ekmel'e "İnsan gençliğini aşka vermezse gençlik ne işe yarar?". Hakikaten
aşkın kıyısından geçmemiş bir gençlik, olgunluğun ve yaşlılığın gelişini kabullenebilir miydi? Gönlü el verir miydi gençliği bırakıp bir hayatın sonraki adımına geçmeye? Derya çok haklıydı. Sancıları ve hayata tutunamayışı Suzan gibi yaşayamadığı aşktandandı.


Son bir not: yaşasın bayram tatilleri, yaşasın zinde zihinle okunan huzurlu günler!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GALAKSİ TAKSİ

Twitter Fenomenleri