KOKU
Blogum.com dergisi ekim sayısında yayınlanan yazım bir kez de kendi blogumdan paylaşmak istedim
..........................................................................................................................................
Sadece tek bir duyuya sahip olma şansın
olsaydın hangisini seçerdin? Zaman zaman düşündüğüm, zaman zamansa başkalarına
sorduğum içinden çıkılmaz bir soru aslında. Duyularımızla algıladığımız dünyanın
gerçekliği asla ispat edilemez olsa da biz kabul ettiğimiz dünyayı bu 5
duyumuzla algılıyoruz. Bu yetilerinden birini ya da daha birkaçını
kaybedenlerin belki de tek şansları seçme şansının kendilerine bırakılmamış
olması. Hayatımız boyunca böyle bir soruyla karşılaşmayacağımızı düşünerek
"görme" yanıtını verenlerdenim ben de. Muhtemelen sezgisel ve
mantıksal bir yanıttan daha çok pragmatik bir yaklaşımla verilmiş bir cevaptır
bu. Çünkü dünyayla bağlantımızı en çok gözümüzle kuruyoruz. Ya da bizim farkında
olduğumuz kısmı bu. Beni bu konuda böyle düşünmeye iten sebep görsel hafızanın
diğerlerinden daha etkin olmasından kaynaklanıyor olabilir tabi. Öte yandan başka bir ikileme düşüyorum. Duymayı, dinlemeyi
veya konuşmayı görmekten daha önemsiz olarak nasıl
nitelendirebiliriz?
Tüm bu ikilemlerin karşısında başka biri
duruyor; Jean-Baptiste Grenouille. Patrick Süskind'in romanı 'Das Parfum'un
kahramanı, film uyarlamasında tanıştım kendisiyle. Eğer bir yetiniz
diğer tüm yetilerinizin daha üstündeyse o yetinizi nasıl kullanırdınız
sorusunun cevabını anlatıyor bize. Gözlerini Dünya'nın en kötü kokan şehri Paris'te açan çocuğa çok özel bir şey
bahşedilmiş; üstün koku alma yeteneği. Diğer dört duyusuyla yaptıklarını bile o
burnu sayesinde yapabiliyor. Yıllar sonra kendi kokusunun olmadığını
fark etmesi tüm normal insanların yıllar sonra göz bebeklerinin olmadığını fark
etmesi gibiydi Jean-Baptiste için. Ama bu durum onu çok özel yeteneğinden
uzaklaştırmadı aksine en mükemmel parfümü yaratma düşüncesine daha da bağlandı.
Tüm soğukkanlılığıyla en güzel kadınların canlarını alarak başardı bu işi. Bir
roman karakteri için gerçek hayattaki kadar acımasız olmaya gerek yok; kötü
biri değil Jean-Baptiste. O yaptığı şeyin bir cinayet olduğunu düşünmüyor
nitekim. Öldürdüğü insanların kokusunu saklıyordu ve onları sonsuzluğa
taşıyordu.
Bu anlattığım Jean-Baptiste'ın hikayesiydi.
Sadece bir hikayeydi dediğim gibi. Bizim için koku almak evrimsel olarak
en körelmiş duyumuz, belki de doğanın diğer üyelerine karşı en savunmasız
noktamız. Bizim için daha çok tat almamızı sağlayan bir işlevi var. Pek çoğumuz
Jean-Baptiste misali kokumuzu arıyoruz parfümerilerde, insanların bilincinde
kokumuzla da yer edinebilmek için.
Ama bana göre doğada hiç bir parfümün
yerini alamayacağı bir koku var; yağmur sonrası havanın kokusu...
Yorumlar
Yorum Gönder