Üniversiteden mezun olalı 3, babamı kaybedeli ise 4.5 yıl olmuştu. Öyle bakıldığında çok gibi gelebilir ama insan belirli kırılma noktalarını geçti mi 3 yıl ile 15 yıl arasındaki farkı anlamak pek kolay olmuyor. Hiç bir zaman severek okumadığım hukuk fakültesinden sonra işimi yapmadım. Adaleti ne kadar savunmak zorunda kalırsanız o kadar adaletsizlikle karşı karşıyasınız demektir, sıradan bir insan için bile dünya yeterince adaletsiz bir yerken, bir hukukçu olarak hayatımı sürdüremezdim. Okul hayatım boyunca her örnek davada haklının kim olduğunu kolayca ayırt edebiliyordum da bir türlü haklının kendini savunma ihtiyacına anlam veremiyordum.
  Mezun olduktan sonra bir şekilde hayatımı idame ettirdim. Kimi zaman garsonluk yaparak, kimi zamansa kitap çevirileri yaparak geçimimi sağladım. Ama adaletsizlik orada da peşimi bırakmadı, "müşteri her zaman haklıdır" haksızlığına daha fazla dayanamayıp, garsonluğu da bıraktım. Ayık insan neyse de sarhoş insanın mantık dışı bağırmalarına tahammülüm kalmamıştı. Öte yandan eskisi kadar çeviri işi gelmiyordu. Ne de olsa İngilizce çeviri yapacak adam çoktu ve çok düşük ücretlere bu çeviriler yapılabiliyordu. Derken baba olacağımı öğrendim, eşimle üniversite 2. sınıfta evlenmeye karar verdik, benim aksime işini her zaman çok severek ve bu dünyanın çok adil bir yer olacağına inanarak işini yapıyordu. Uzun süre iş arasa da sonunda küçük bir ofiste bir avukata yardımcılık yaparak işe başladı, zamanla daha çok sorumluluk almaya başladı. Ancak ne var ki bu bebek haberi beni beklediği kadar sevindirmemişti. Ayda bir arkadaş sohbetleri dışında hayattan çok da zevk almayan bir adamdım; bir başka bir canlının hayatı sevebilmesi ve hayata tutunması için nedenler sunamayacak kadar da ümidimi kesmiştim. Bir süre bu haberin yakında beni de heyecanlandıracağı ve yeniden bir şeyleri sevebileceğime olan inancım arttı. Ne yazık ki bu da beklediğim gibi olmadı ve çocuğun yaratacağı sıkıntılardan başka bir şey düşünemez olmuştum.
  Hiç bir çıkış yolu bulamıyordum; ne karımı terk edip uzaklara gidebilirdim ne de baba olmak istemiyorum diyebilirdim artık. Karımla artık hiç bir şey konuşmuyor, eski arkadaş buluşmalarına da katılmıyordum. Doğum gerçekleşene kadar ev cenaze evi gibiydi, temel ihtiyaçlar dışında hiç bir şeyden bahsedilmiyordu. Doğumdan sonra ise hastanenin doğum katına dönmüştü evimiz, yalnızca bebek ağlaması ve "bebek" lafı geçiyordu. Geceleri bazen şefkatle bebeğin başını okşuyordum ve onun için yapabileceğim hiç bir şey yokmuş gibi hissediyordum. Artık eve de daha seyrek geliyordum, bebek ağlamasına ve kendi çaresizliğime dayanamıyordum. Onu susturmak için hiç bir nedenim yoktu, ağlama diyemiyordum çünkü haklıydı. Sonunda eve geldiğimde ne karımı ne de bebeği gördüm.
  Kısa bir not kağıdı gördüm, birkaç saat ağladım, bir kaç bira içtim; sonra ise bir rahatlama hissettim, sanki özgürdüm artık.
  Sonra kağıdı okuyup küçük bir valizin içine attım, bir kaç parça eşyayla birlikte.

"Her gün acı çeken bir adamla birlikte yaşamak, yalnızlık yaşamaktan daha zor.
Her gün yapamadığın için acı çektiğin şeyden kurtarıyorum. Kendine iyi bak.
Seni seviyorum.
                                                                            KARIN."





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Twitter Fenomenleri

39 saniye

Yaşamın Tüm Cevapları - Yandex